
Tarih boyunca kurulan medeniyetler temel olarak iki şey üzerine oturmuştur. Birincisi din ikincisi de millet. Her iki unsur da tarihsel başlangıçları ne olursa olsun geleceğe matuf yapılar inşa etmiştir. Yani tarih aslında gelecek olmuştur. İnsanlar içinde bulundukları medeniyetin tüm yapısal unsurları ile bir yenisini üretmiştir. Bu üretimle de tarihsel / külterel miraslarını oluşturmuşlardır. Bu bağlamda yeniyi üretme her zaman için teşvik görmüştür. Her yeni bir sonraki yeninin öncülüğünü yapmıştır. Bu anlamda yeni olan her şey güzel denilse yeridir.
Ancak medeniyetlerin zayıflaması, kültürel ve tarihsel mirasın ne olduğunun tam anlaşılamaması, kökü dışarıda olan unsurların bu tarihi derinliğin içine hunharca sokulması sonucu bazı kırılmalar meydana gelmiştir. Bu kırılmaları tarihsel derinliğe kültürel aidiyete aykırı soyut ve somut nesneler olarak açıklayabiliriz. Bu nesneler iki tür temel davranış modeli oluşturmuştur. Birincisi başkasına öykünmeci geçmişi reddedici, beğenmemeci davranış modeli ikincisi de tarihi varlığı eksik, hatalı, yanlış bulup ancak bunu ifade etmekten çekinip sahip çıkıyormuş, tarihsel-kültürel kodları kabul ediyormuş gibi görünüp yavaş yavaş bu bir istisna, bunu yaptım böyle kalsın, o yapmışsa bir bildiği vardır kabilinden değiştirmeci model. Birinci model kendinden, kültüründen, tarihinden açık ve alini uzaklaşmadır. Bu tipleri tanır ve tanımlayabilirsiniz. Ancak ikinci tipleri tanımakta ve tanımlamakta zorlanırsınız. Ki bu durumda … mış gibicilerin daha yıkıcı olduğunu intaç eder.
Kültürel/tarihsel mirasların sahibi hem hiç kimse hem de herkestir. Cümle olarak tezat ifade ile ifade edilmiş olsa bile durum gerçekten böyledir. Hiç kimseye şahsi olarak kültürel mirası koruma, cemiyet tarafından, kanunlar tarafından verilmemiştir. Hem de herkes şahsi olarak, cemiyetin bir ferdi olarak, yasal olarak kültürel varlıkları korumakla mes’uldür.
Kültürel mirası koruma hususunda bana ne kardeşimciler yani yeniciler, dini, milli, coğrafi, soyut, somut ne varsa yok saymakla kendilerinin kökünün olmadığını kabul etmiş kişilerdir. Bu kişilerle ancak açıktan mücadele edilir. Ancak benim köküm var, ait olduğum kültürü korumak istiyorum cümlesini söyleyip her önüne geleni yağmalayanlar aslında yenicilerle aynı şeyi yapıp var olanı yok etmenin peşindedirler. Zor olanda bunlarla mücadeledir. Dün dediklerini bu gün unuturlar, dün yaptıklarını bu gün inkar ederler. Sonra da dönüp sizi suçlarlar. Yaptıkları her şeyin bir izahını da kolayca bulurlar.
Malum, tarihsel miraslar çoğunlukla mücessem/somut varlıklardır. Tarihi binalar, tarihi değeri olan nesneler, dağlar, ovalar, ağaçlar, taşlar, kişiler, kimlikler gibi. Kültürel miras ise çoğunlukla soyutla somut arasında değişkenlikler gösterir, ataya saygı, terbiye, ahlak, yemek kültürü, giyim kuşam gibi. Konu bir millete, kültüre, dine, tarihsel sürece ait olunca bu ayrımın çok ta önemi olmadığı ortaya çıkmaktadır. İster tarihi bir bina olsun, isterse, yerel bir kıyafet olsun korunması aynı derecede önemlidir. Tarihin tek gerçeği değişimdir. Bu gerçekten hareketle düne ait ne varsa tutalım demek ne kadar doğrudur. Tartışılabilir. Ancak düne ait her şeyi yok edelim demek te mümkün değildir. Köşe başındaki bir yüz yıllık bir ağacı kesmek, tarihi bir binayı ucube bir şekilde restore etmek, insanların yüzyıllardır üzerinde durup ilmek ilmek ördüğü örfü bir çırpıda yok etmek, sırf üç kuruşluk kazan için doğayı katletmek, katledeni görmemek, duymamak, benim adım şuraya yazılsın için tarihi bir mekanın adını değiştirmek, buna toplum çok ihtiyacı var diyerek tarihi alanı talan edip başka bir hizmet mekanı açmak nasıl tanımlanmalıdır?
Böyle olunca kültürel mirasımızı ne yapalım sorusu akla geliyor. Bu soruya herkesin bila – istisna korumalıyız diyeceğini düşünüyorum. Ancak uygulamada o istisnalar o kadar çoğalıyor ki artık tarihi mirası, kültürel mirası yok etmek yalancıların, ikiyüzlülerin, üç maymunların eline kalmasındansa yok olsun diyesi geliyor insanın. Çünkü gününü gün edenlerin, iktidar ve güç sahiplerinin, kökünü, gönlünü, aklını, ipini dışarı bağlamışların olduğu bir ortamda geri dönülemez bir tarihin yazıldığı ortada. Din tahrip edildikten sonra, tarih yalanla doldurulduktan sonra, coğrafya talan edildikten sonra, örf-âdet-gelenek-görenekler hor görüldükten sonra ve en önemlisi eğriye eğri, doğruya doğru diyemedikten sonra kültürel miras mı kalır?